Yaşam bir kere hak edilir. Yaşıyorsam yaşam benim hakkım. Hakkım olanların benim olmasına niyet ettim.
Hak etmek…hakkını almak. Herkes her zaman öyle olsun ister.
Hak etmek..Hakkını alamamak…İşte bunu kimse istemez..kim bu durumla karşılaşsa, o kişi bir türlü olanı içine sindiremez…
Ne kadar da zorlanırız hakkımızı alamadığımızı düşündüğümüzde. Zorlanmaktan öte, bir sürü de duygu ile başetmek zorunda kalırız. İşin içinden çıkamaz oluruz.
Değersiz hissederiz, eksik hissederiz, üzgün hissederiz, ezik hissederiz, güvensiz hissederiz, hissederiz de hissederiz.
Hislerimiz şelale olur, akar. O kadar yoğundurlar ki, bizim tüm ayarlarımızı bozarlar.
Hak, “yapılanın karşılığında almamız gerekeni almak” olarak algılanır. O yüzden almak için bazen o kadar veririz ki ne verdiğimizin, nasıl verdiğimizin bilincinde bile değilizdir. Vermeyi abartıp karşılığını alamayınca, hakkımız yenmiş ve değerimizin karşılığı gelmemiş olur.
Oysa biz ne verdiğimizi biliyor muyuz ki?
Hak etmek, hakkını almak aslında bir alma verme dengesi gibidir.
Bize öğretilen şu: “istemek de, almak da ayıp”.
Biz buna inanmışız; böyle inanmaya devam edersek, hakkımızı alabilir miyiz sanki? Değerimizi bilmeden biz, bize verilen ile yetinmeye çalışırız. Bu durumda mümkün mü hakkını almak? O bize verilen de değerimizi karşılamayınca, kaçınılmaz bir hayal kırıklığı…
Ne yapmalıyız?
Yol yine kendimizden geçiyor. Kendi yaşamsal döngümüzde kendimize sahip çıkıp, kendimizle olan alışverişimizi dengelemek.
Yaşıyorsak, yaşamayı hak ettik. Kabul edelim. Kendimize değer verelim.
Biz kendimize değer vermezsek kimse bize değer vermez. Biz kendimize inamazsak başkası da bize inanmaz. Biz bize güvenmezsek, kimsede güven yaratmamız mümkün değil.
Uyanalım artık.
Bizi bizden başka kimse besleyemez. En önce kendimize saygı duyalım. Yaşam hakkı şu anda bizim. Ve simdi sıra bizde.
Hak ettiğim yaşam bana HAK’tan geldi. Onu hak edip yaşamaya niyet ettim.
Sevgi ve saygıyla,
